Mert
New member
Bir Festivalin Kalbinde: Diyarbakır’da Zamanın Akışı
Giriş: Sıcak Bir Akşam, Eski Bir Meydan
Bir akşamüstü, Diyarbakır surlarının gölgesinde yürürken kulağıma uzaktan bir zurna sesi geldi. Kalabalığın arasından yükselen kahkahalar, çocukların koşuşturması, taze kavrulmuş mısırın kokusu… O an anladım ki şehir, bir kez daha festivalin büyüsüne teslim olmuştu. O meşhur “Diyarbakır Festivali” başlamıştı.
Forumda sizlerle paylaşmak istediğim şey, yalnızca festivalin ne zaman biteceği değil; o bitişin, bu toprakların insanına ne anlattığı, zamanı nasıl yaşadığımızı bize nasıl hatırlattığı.
I. Bölüm: Erkeklerin Zamanla Yarışı
Festival alanında tanıştığım ilk kişi Yusuf’tu; orta yaşlarında, yüzünde güneşin izlerini taşıyan bir çay satıcısı. Çay kazanını bir strateji masası gibi yönetiyordu. “Evlat,” dedi bana, “bu festivalin bitiş tarihi belli ama insanın içindeki coşkunun ne zaman dineceği belli olmaz.”
Yusuf’un sözlerinde, erkeklerin çözüm odaklı yapısının bir yansıması vardı. Tarih boyunca bu topraklarda erkekler, sorun çözmek, plan yapmak, geleceği şekillendirmek için çabaladı. Ancak Yusuf’un gözlerinde bir şey daha vardı: sakin bir kabulleniş.
“Festival bitse de,” dedi, “biz burada her sabah yeni bir şenlik kurarız. Çünkü hayat, stratejik değil, ritmik bir şey.”
Bu söz, beni düşünmeye itti: Erkeklerin stratejisi mi zamanı yönetiyor, yoksa zaman mı onların planlarını birer hikâyeye dönüştürüyor?
II. Bölüm: Kadınların Ritmi ve Empatisi
Biraz ileride, festival alanının köşesinde renkli kumaşlar satan bir tezgâhta Zeynep’le tanıştım. Rüzgârla dalgalanan şallar arasında, sesi dingin ama kararlıydı. “Festival ne zaman bitecek diye sorma,” dedi, “çünkü biz kadınlar için festival, insanın birbiriyle bağ kurduğu andır.”
Zeynep’in yaklaşımı, empatikti ama duygusallıktan öte bir bilgelik taşıyordu. Kadınların Diyarbakır’daki festivallere katkısı tarih boyunca yalnızca el emeğiyle değil, sosyal dokunun korunmasıyla da olmuştu. Osmanlı döneminde, sur içindeki hanlarda kadınlar, müzikli toplantılarda yalnızca dinleyici değil, aktarıcıydı; kültürün canlı hafızasıydılar.
Zeynep, bana elindeki bir kumaşı uzattı. “Bak,” dedi, “şu desen, 1970’lerde ilk festivalde dokunmuş. Kadınlar o zaman da buradaydı, şimdi de buradalar.”
Empatiyle geçmişi bugüne taşıyan bu kadınlar, festivalin asıl süresini belirliyordu aslında. Takvim değil, kalp zamanıydı onların ölçüsü.
III. Bölüm: Tarih, Toplum ve Zamanın Döngüsü
Diyarbakır Festivali yalnızca bir etkinlik değildir; aynı zamanda tarihsel bir hatırlatmadır. Mezopotamya’dan bugüne uzanan kültürel çeşitliliğin, her defasında yeniden doğuşunu simgeler.
1960’larda başlayan ilk kutlamalar, folklorik bir dayanışma aracıydı. Bugünse gastronomi, sanat, tiyatro, hatta dijital medya gibi alanlarda kente yeni bir kimlik kazandırıyor.
Bir tarih öğretmeni olan Cemal Bey, festivalin dördüncü gününde bana şöyle dedi:
“Bu festival, aslında bir ‘bitiş’ değil, döngünün yenilenmesidir. Her bitiş, bir sonraki başlangıca hazırlıktır.”
Cemal’in sözleriyle birlikte anladım ki, festivalin bitiş tarihi yalnızca bir formaliteydi. Şehirde yaşayan her insan, festivalin parçası oldukça, o ruh devam ediyordu. Zamanın akışı, kültürle yoğrulmuş bir nehir gibiydi; yönünü bulsa da hiçbir zaman durmuyordu.
IV. Bölüm: Diyaloglar ve Düşünceler
Festivalin son akşamında surların tepesinde oturmuş, uzaktan havai fişekleri izlerken çevremdeki konuşmaları dinledim.
Bir grup genç, festivalin konser takvimini tartışıyor, “Bitmeden şu grubu mutlaka dinlemeliyiz!” diyordu.
Yanımda oturan yaşlı bir kadın ise sessizce dua ediyordu: “Allah bir daha bu kadar insanı bir araya getirmeyi nasip etsin.”
O an, şunu fark ettim: Bitiş dediğimiz şey, aslında insanın içindeki paylaşımın sınırlarına verdiği bir isimdi.
Peki, sizce de öyle değil mi? Zaman, gerçekten sona erer mi? Yoksa sadece biçim değiştirip yeni bir anlam mı kazanır?
V. Bölüm: Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi – Bir Denge Arayışı
Yusuf’un stratejik çay kazanı yönetimiyle Zeynep’in empatik kumaş hikâyeleri arasında bir denge vardı. Erkeklerin çözümcülüğü, kadınların ilişkiselliğiyle birleştiğinde ortaya Diyarbakır’ın asırlık dayanıklılığı çıkıyordu.
Bu denge, yalnızca toplumsal bir iş bölümü değil, aynı zamanda kültürel bir harmoniye dönüşüyordu.
Kadın, geçmişi yumuşatıyor; erkek, geleceği kurguluyordu. Festivalin özü de buydu aslında: geçmişle geleceğin bugünde buluşması.
Yusuf son gün bana şunu söyledi:
“Biz burada strateji yaparız ama kadınlar kalbin stratejisini bilir. O yüzden bu şehir hiçbir zaman sessiz kalmaz.”
VI. Bölüm: Festival Ne Zaman Bitecek?
Resmî olarak festival bu yıl 22 Ekim’de sona erecek. Ama Yusuf’un dediği gibi, “kalbin coşkusu bitmez.”
Diyarbakır sokaklarında bir çocuğun kahkahası, bir ninenin dua sesi, bir gencin gitar tınısı oldukça festival sürer. Çünkü Diyarbakır, zamanı bitmeyen bir şehir.
Belki de bu yüzden insanlar her yıl aynı soruyu sorar: “Festival ne zaman bitecek?”
Cevap ise hep aynıdır: “Sen hissettiğin sürece bitmeyecek.”
VII. Bölüm: Son Söz – Zamanın İçinde Biz
Bu hikâyeyi bir festival günü yazmadım; ama her kelimesinde o ruhu hissettim. Çünkü Diyarbakır Festivali, sadece bir takvim olayı değil, yaşamın kendisini kutlamanın başka bir biçimi.
Siz de düşünün: Hayatınızda hangi anlar bir festival gibiydi? Hangi anlar, bitse bile içinizde yankılandı?
Belki de mesele, “ne zaman biteceği” değil; “bittikten sonra neye dönüştüğü.”
Ve belki de, Diyarbakır bize tam olarak bunu öğretiyor:
Her bitiş, bir başlangıcın habercisidir.
Her festival, insanın kendine tutulan bir aynadır.
Giriş: Sıcak Bir Akşam, Eski Bir Meydan
Bir akşamüstü, Diyarbakır surlarının gölgesinde yürürken kulağıma uzaktan bir zurna sesi geldi. Kalabalığın arasından yükselen kahkahalar, çocukların koşuşturması, taze kavrulmuş mısırın kokusu… O an anladım ki şehir, bir kez daha festivalin büyüsüne teslim olmuştu. O meşhur “Diyarbakır Festivali” başlamıştı.
Forumda sizlerle paylaşmak istediğim şey, yalnızca festivalin ne zaman biteceği değil; o bitişin, bu toprakların insanına ne anlattığı, zamanı nasıl yaşadığımızı bize nasıl hatırlattığı.
I. Bölüm: Erkeklerin Zamanla Yarışı
Festival alanında tanıştığım ilk kişi Yusuf’tu; orta yaşlarında, yüzünde güneşin izlerini taşıyan bir çay satıcısı. Çay kazanını bir strateji masası gibi yönetiyordu. “Evlat,” dedi bana, “bu festivalin bitiş tarihi belli ama insanın içindeki coşkunun ne zaman dineceği belli olmaz.”
Yusuf’un sözlerinde, erkeklerin çözüm odaklı yapısının bir yansıması vardı. Tarih boyunca bu topraklarda erkekler, sorun çözmek, plan yapmak, geleceği şekillendirmek için çabaladı. Ancak Yusuf’un gözlerinde bir şey daha vardı: sakin bir kabulleniş.
“Festival bitse de,” dedi, “biz burada her sabah yeni bir şenlik kurarız. Çünkü hayat, stratejik değil, ritmik bir şey.”
Bu söz, beni düşünmeye itti: Erkeklerin stratejisi mi zamanı yönetiyor, yoksa zaman mı onların planlarını birer hikâyeye dönüştürüyor?
II. Bölüm: Kadınların Ritmi ve Empatisi
Biraz ileride, festival alanının köşesinde renkli kumaşlar satan bir tezgâhta Zeynep’le tanıştım. Rüzgârla dalgalanan şallar arasında, sesi dingin ama kararlıydı. “Festival ne zaman bitecek diye sorma,” dedi, “çünkü biz kadınlar için festival, insanın birbiriyle bağ kurduğu andır.”
Zeynep’in yaklaşımı, empatikti ama duygusallıktan öte bir bilgelik taşıyordu. Kadınların Diyarbakır’daki festivallere katkısı tarih boyunca yalnızca el emeğiyle değil, sosyal dokunun korunmasıyla da olmuştu. Osmanlı döneminde, sur içindeki hanlarda kadınlar, müzikli toplantılarda yalnızca dinleyici değil, aktarıcıydı; kültürün canlı hafızasıydılar.
Zeynep, bana elindeki bir kumaşı uzattı. “Bak,” dedi, “şu desen, 1970’lerde ilk festivalde dokunmuş. Kadınlar o zaman da buradaydı, şimdi de buradalar.”
Empatiyle geçmişi bugüne taşıyan bu kadınlar, festivalin asıl süresini belirliyordu aslında. Takvim değil, kalp zamanıydı onların ölçüsü.
III. Bölüm: Tarih, Toplum ve Zamanın Döngüsü
Diyarbakır Festivali yalnızca bir etkinlik değildir; aynı zamanda tarihsel bir hatırlatmadır. Mezopotamya’dan bugüne uzanan kültürel çeşitliliğin, her defasında yeniden doğuşunu simgeler.
1960’larda başlayan ilk kutlamalar, folklorik bir dayanışma aracıydı. Bugünse gastronomi, sanat, tiyatro, hatta dijital medya gibi alanlarda kente yeni bir kimlik kazandırıyor.
Bir tarih öğretmeni olan Cemal Bey, festivalin dördüncü gününde bana şöyle dedi:
“Bu festival, aslında bir ‘bitiş’ değil, döngünün yenilenmesidir. Her bitiş, bir sonraki başlangıca hazırlıktır.”
Cemal’in sözleriyle birlikte anladım ki, festivalin bitiş tarihi yalnızca bir formaliteydi. Şehirde yaşayan her insan, festivalin parçası oldukça, o ruh devam ediyordu. Zamanın akışı, kültürle yoğrulmuş bir nehir gibiydi; yönünü bulsa da hiçbir zaman durmuyordu.
IV. Bölüm: Diyaloglar ve Düşünceler
Festivalin son akşamında surların tepesinde oturmuş, uzaktan havai fişekleri izlerken çevremdeki konuşmaları dinledim.
Bir grup genç, festivalin konser takvimini tartışıyor, “Bitmeden şu grubu mutlaka dinlemeliyiz!” diyordu.
Yanımda oturan yaşlı bir kadın ise sessizce dua ediyordu: “Allah bir daha bu kadar insanı bir araya getirmeyi nasip etsin.”
O an, şunu fark ettim: Bitiş dediğimiz şey, aslında insanın içindeki paylaşımın sınırlarına verdiği bir isimdi.
Peki, sizce de öyle değil mi? Zaman, gerçekten sona erer mi? Yoksa sadece biçim değiştirip yeni bir anlam mı kazanır?
V. Bölüm: Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi – Bir Denge Arayışı
Yusuf’un stratejik çay kazanı yönetimiyle Zeynep’in empatik kumaş hikâyeleri arasında bir denge vardı. Erkeklerin çözümcülüğü, kadınların ilişkiselliğiyle birleştiğinde ortaya Diyarbakır’ın asırlık dayanıklılığı çıkıyordu.
Bu denge, yalnızca toplumsal bir iş bölümü değil, aynı zamanda kültürel bir harmoniye dönüşüyordu.
Kadın, geçmişi yumuşatıyor; erkek, geleceği kurguluyordu. Festivalin özü de buydu aslında: geçmişle geleceğin bugünde buluşması.
Yusuf son gün bana şunu söyledi:
“Biz burada strateji yaparız ama kadınlar kalbin stratejisini bilir. O yüzden bu şehir hiçbir zaman sessiz kalmaz.”
VI. Bölüm: Festival Ne Zaman Bitecek?
Resmî olarak festival bu yıl 22 Ekim’de sona erecek. Ama Yusuf’un dediği gibi, “kalbin coşkusu bitmez.”
Diyarbakır sokaklarında bir çocuğun kahkahası, bir ninenin dua sesi, bir gencin gitar tınısı oldukça festival sürer. Çünkü Diyarbakır, zamanı bitmeyen bir şehir.
Belki de bu yüzden insanlar her yıl aynı soruyu sorar: “Festival ne zaman bitecek?”
Cevap ise hep aynıdır: “Sen hissettiğin sürece bitmeyecek.”
VII. Bölüm: Son Söz – Zamanın İçinde Biz
Bu hikâyeyi bir festival günü yazmadım; ama her kelimesinde o ruhu hissettim. Çünkü Diyarbakır Festivali, sadece bir takvim olayı değil, yaşamın kendisini kutlamanın başka bir biçimi.
Siz de düşünün: Hayatınızda hangi anlar bir festival gibiydi? Hangi anlar, bitse bile içinizde yankılandı?
Belki de mesele, “ne zaman biteceği” değil; “bittikten sonra neye dönüştüğü.”
Ve belki de, Diyarbakır bize tam olarak bunu öğretiyor:
Her bitiş, bir başlangıcın habercisidir.
Her festival, insanın kendine tutulan bir aynadır.